Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Hazretleriyle, kızları arasında özel bir konuma sahip olan Hz. Fatıma (r.a.) annemiz arasında geçen hatıralar, baba-evlat ilişkileri konusunda ümmetine son derece açık ve anlamlı mesajlar vermektedir. Denebilir ki, En Sevgili’nin en sevdiği evladıyla birlikte yaşadığı sevinçler, hüzünler ve acılar, hâlâ her biri birer değerli örnek olarak duruyor karşımızda… İlk örneğimiz, Hz.Fâtıma’nın nikâhının kıyıldığı günle ilgili…
Gözyaşları Yanaklarından Süzülüyordu
Nikâh merasimi tamamlanmıştı. Bir tabak taze hurma ve Bilâl’in dağıttığı şerbet ikramından sonra davetli ashabın şahitlik ederek dualarda bulunduğu cemiyet sona erdiğinde, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Ali ile nikâhlarının kıyıldığını, ciğerpâresi Hz.Fâtıma’ya haber verdi. Bu esnada gözyaşları yanaklarından süzülerek sakalını ıslatıyordu. Hz. Fatıma dayanamadı, sordu:
-Babacığım! Niçin ağlıyorsun, neden böyle hüzünlüsün?
Şefkat dolu yüreğiyle ve ipekten yumuşak sesiyle, hüznün eşlik ettiği sözlerle şöyle cevap verdi Nebiyy-i Ekrem:
-Kızım! Doğrusu ağlayışım senin için… Çünkü sen de benim gibi annenden mahrum kaldın. Keşke Hatice de sağ olsaydı. Sevincimizi paylaşsa, çeyizlerini kendi elleriyle yapsaydı… İşte bunun için ağlıyorum.
Bu tablo sıradan bir düğün tablosu değildi...
Bu tablo, bir babanın yetiştirdiği evladını gelin ederken ağlamasının da “erkekliğe yakışacağını” ortaya koyan bir tabloydu.
Yine bu tablo şefkatin, vefânın ve hüznün kendisine en çok yakıştığı Kâinatın Efendisi’nin, kız evladına sahip tüm babalara sunduğu en güzel örnek tabloydu…
Altına Hırkasını Sererdi
Sevgili Peygamberimizin, kızı Hz. Fâtıma ile olan beraberliklerinde ona karşı derin bir şefkat, sevgi ve onun kişiliğine duyulan yüce bir saygı vardı. Kâinatın Efendisi (s.a.v.) sahibi olduğu maddî ve manevî makamları bir kenara bırakarak, biricik kızını görmekten yana son derece sevinç duyan biricik baba olarak karşılardı Hz.Fâtıma’yı…
Zaman zaman evinde misafir eder, zaman zaman da onun evine giderdi. Kendisini ziyarete gelen kızını görünce hemen ayağa kalkar, onu alnından öper ve sırtındaki hırkasını, çok değer verdiği kızının oturduğu yere ona bir saygı ifadesi olarak sererdi.
Bu uygulama her defasında böyle cereyan eder, Hz. Fâtıma da biricik babasını, evinde benzeri şartlarla misafir eder, ellerinden öperek, sahip olduğu tek minderine oturturdu…
Belki o zamana kadar hiçbir babanın kızına sergilemediği bu davranış biçimini insanlar göre göre etkilenmeye başladılar. Mekke döneminde, o günün cahiliye toplumu olarak adlandırılan insanları, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) davranışlarını benimseyerek artık kız çocuklarını hor gören kimseler değil, onları “Allah’ın bir armağanı” olarak kabul eden kişiler haline geldiyse eğer, bunda Efendimizin kızlarına olan şefkati ve sevgisinin önemli rolü vardı.
İbadetlere Teşvik Ederdi
Peygamberimizin tüm aile fertleri gibi Hz. Fâtıma da O’nun manevî terbiyesine muhatap olmaktaydı. Yüce Resûl (s.a.v.) ciğerparesi kızını ve damadını, Allah’ın rızasını kazanan kimseler olarak görmek istiyor, bu hususta çaba gösteriyordu.
“Ey Habibim! Ailene namaz kılmalarını söyle. Ve Sen de bunda sebatkâr ol!” (Tâhâ, 132) âyeti nazil olduktan sonra sabah namazına giderken mutlaka Hz.Fâtıma’nın evinin penceresinde durur,
-Kızım namaza kalkın, diyerek bu vazifesini yerine getirirdi.
Yine bir Kurban Bayramı gününde bu kez sevgili kızını, kesilecek kurbanının başında bulunmak üzere çağırmış ve şöyle buyurmuştu:
-Fâtıma! Kalk gel, kurbanının başında bulun. Çünkü kurban kesildiği vakit akan ilk kan damlasıyla, işlediğin her günahın affolunur. Kurbanın kesilirken de şu âyeti oku:
“Şüphesiz benim namazım da ibadetlerim de, kurbanım da, hayatım da, ölümüm de, hiçbir ortağı bulunmayan Âlemlerin Rabbi Allah içindir. Ben böylece emrolundum. Ve ben Müslüman olanların ilkiyim.” (En’âm, 162-163)
Görüldüğü üzere, Sevgili Peygamberimiz, ibadetlerini yerine getirmesi hususunda biricik kızına teşviklerde bulunmakta, onun ahiret hayatına önem vermekte ve ona yol göstermektedir. Bir başka ifadeyle, ibadetleri önce o çok sevdiği kızına teklif ve emretmektedir.
Kızının Aile Saadetini de Önemserdi
Her ailede zaman zaman yaşanması muhtemel birtakım anlaşmazlıklar konusunda, kızına da damadına da aynı anlayışı ve nezaketi gösteren yönüyle de günümüz babalarına örnekler sunmuştur Efendimiz… Sözgelimi, bir ziyaretinde evde Hz. Ali’yi bulamayınca kızından nerede olduğunu sormuş Hz. Fatıma da bir konuda tartıştıklarını ve Hz. Ali’nin küserek evi terk ettiğini ifade etmişti. Hemen konuyla ilgilenen Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, Hz. Ali’yi, mescidin bir köşesinde toza toprağa bulanmış bir şekilde uyuyor vaziyette bulmuş ve ona şefkat dolu sesiyle seslenmiş:
-Kalk ey Ebû Türâb, kalk bakalım!... diye kaldırmış bir taraftan da elleriyle üstündeki tozu silkelemeye çalışmıştı.
Peygamberimizin kendisiyle böylesine içten bir davranışla ilgilendiğini gören Hz. Ali’nin gönlündeki buzlar erimiş ve Hz. Fâtıma’yı bir daha hiçbir şekilde üzmemek üzere kendisine söz vermişti… Hatta Efendimizin, toza toprağa bulanmış halini bile severek ona “Ey Toprak Babası!” diye hitap etmesinden çok hoşlandığını da söyler dururmuş Hz. Ali…
Kızını ve damadını barıştırıp dönerken öylesine mutluymuş ki Sevgili Peygamberimiz, etrafındakilerin dikkatlerinden kaçmayan bu sevincini şu sözlerle tamamlamış Efendimiz:
-Allah beni çok sevdiğim iki insanın barışmasına vesile kıldı çünkü…
Resûl-i Kibriyâ (s.a.v.) Efendimiz’de bir babanın sahip olması gereken sevgi, şefkat, merhamet ve kişiliğe saygı, gönül almak, gönlünü hoş etmek, ibadetlere teşvik etmek ve aile saadetinin devamını sağlamak maksadıyla desteklemek gibi en güzel özellikler, en güzel örnek kıvamında tecellî etmiştir. Diyebiliriz ki, bu özellikleriyle O, geçmiş ve gelecek tüm insanlar içinde “en mükemmel baba” sıfatına sahiptir.
Son anlarında, Yine Kızıyla
Geçmiş ve gelecek tüm insanlığa en güzel örnekler bırakan Sevgili Peygamberimizin vefatı öncesinde yaşananlar da son derece anlamlıdır. Kâinatın benzerini bir daha göremeyeceği bu eşsiz sevgi ve saygı nümunesi baba evlat arasında yaşananlar, doğrusu nice edebî metinlere ilham verecek etkiye sahiptir. Ölüm gerçeği, ayrılık acısı, hüzün, sevinç, teslimiyet, rıza ve yaklaşık altı aylık hasretin sonunda yeniden kavuşma… İşte bunlar, Kâinatın Efendisi’yle ciğerparesi arasında yaşananların sanki şifreleriydi…
Resûl-i Kibriyâ (s.a.v.) Efendimiz, tutulduğu ateşli hastalığın artması üzerine, son günlerini Hz. Aişe’nin yanında geçirmektedir. Bir an olsun biricik babasının yanından ayrılmak istemeyen ciğerparesi, o gün Efendimizin çektiği acının daha da fazlalaştığını hissederek,
-Vâh babacığım! Ne kadar çok acı çekiyorsun! demiş ve gözyaşlarını tutamamıştı.
Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz,
-Üzülme kızım. Baban artık sıkıntı çekmeyecek, diyerek teselli etmişti biricik evladını…
Sonra kendisine yaklaşmasını istemiş ve kulağına bir şeyler söylemiş bu kez Hz. Fâtıma’nın ağlaması daha da artmıştı. Tekrar yaklaşmasını isteyerek yine kulağına bir şeyler fısıldamış, bu defa yüzünde tebessüm çiçekleri açmıştı ciğerparesinin…
İlkin artık Mevlâ’ya kavuşma anının yaklaştığını haber vermiş, ikincisinde ise O’na en önce kavuşacak kişinin Hz. Fâtıma olacağını müjdelemişti kendisine…
Sonraki saatlerde ise, şehadet parmağını semaya kaldırarak “Allah’ım! Beni Refîk-i A’lâ’ya ulaştır.” diyerek Mevlâ-yı Zü’l-Cemâl’e ruhunu teslim etmişti…
O’nun vefatıyla, artık “bütün gündüzlerinin üzerine gecenin karanlıklarının çöktüğüne” dair şiirler inşâd eden bu biricik ciğerparesi, beş buçuk aylık bir hasretten sonra günden güne eriyen bir mum misali tükenip-bitmiş ve yeniden ebedî bir hayata doğmak, Sevgililer Sevgilisi’ne kavuşmak üzere, hayata gözlerini yummuştu. Beş buçuk ay süresince hasret acısıyla yaşlar döktüğü gözlerini…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay