Soğuk bir kış akşamı, bir pidecinin kapısından içeri, yaşlı bir amcayla teyze girmiş, bir masaya oturmuşlar. Amca masaya gelen garsona, büyük bir pide, bir çoban salata ve bir ayran ısmarlamış. Garson az sonra siparişleri getirmiş. Amca pideyi ikiye bölerek yarısını teyzenin önüne koymuş, sonra salatayı ikiye bölerek tabağın karşı kısmına doğru itmiş, sonra ayran bardağını ortaya koymuş, önce bir yudum kendisi içiyor, sonra da teyze bir yudum alıyormuş.
Herkes "Ne tatlılar, iki tonton buraya gelmişler, bir kişilik yemeği ikisi yiyor" diye onları izliyormuş.
Az sonra fark etmişler ki teyzenin önünde yarım pide ve salata olduğu gibi duruyor, kocasının afiyetle yemek yiyişini seyrediyor, arada bir de ayrandan bir yudum alıyormuş... Sonunda orada çalışanlardan biri dayanamamış, yanlarına gitmiş:
"Affedersiniz, ben sizi izlemekten kendimi alamadım, lütfen izin verin, size bir pide kendim ısmarlayayım" demiş.
Yaşlı amca:
"Teşekkür ederiz ama, biz hâlimizden memnunuz. 50 yıldır evliyiz ve her şeyimizi işte böyle paylaşırız" cevabını vermiş.
Bunun üzerine genç adam teyzeye dönmüş:
"Peki ama teyzeciğim, siz neden pidenizi, salatanızı yemiyorsunuz, neyi bekliyorsunuz?"
Yaşlı teyze cevap vermiş:
"Dişlerimi..."
"Hiçbir şeyi paylaşamıyoruz?"
Dilerseniz fıkradan gerçek hayata dönelim. Telefonla arayan bir hanım okuyucum, eşiyle yaşadığı problemleri tek noktada özetliyordu:
"Hiçbir şeyi paylaşamıyoruz. İşe gidince hiç arayıp sormaz. Ben arasam, sorularımı kısa cümlelerle cevaplayıp telefonu kapatır. Eve gelince de, ya televizyonun karşısına geçer ya da gazete okur. Hafta sonlarını benimle geçiriyor sanmayın. Ya toplantı, ya iş gezisi olur ya da arkadaşlarıyla bir programı vardır. Söyleyin hocam, böyle evlilik olur mu?"
Bir erkeğin sorunu ise, çok az rastlanan cinstendi. Erkek eşiyle gezmeyi, yemeğe gitmeyi, ona çiçek almayı, kısacası paylaşmayı ve romantizmi çok seviyordu.
Kadın ise, "Ne gerek var ki gezmeye. Oturalım evde işte. Bu çiçekleri niye aldın? Parana yazık. Solup gidecekler" diye itiraz ediyor, ancak şunu eklemeyi de ihmal etmiyordu:
"Biliyorum, bütün kadınlar bunları istiyor, bulamayanlar kavuşmak için can atıyor. Ama ben sıra dışıyım. Hoşlanmıyorum işte."
İlginç değil mi? İlkinde bir kadın, ikincisinde bir erkek paylaşmak için can atıyor. Ama bir türlü evliliğin en vazgeçilmezlerinden olan "paylaşımı" başaramıyorlar.
Oysa fıkradaki amcayla teyze paylaşmayı başarmışlar ve yarım asırdır gül gibi geçinip gidiyorlar!
Hangisini tercih ederdiniz? Amca ve teyze gibi kadının hep sırasını beklediği bir paylaşmayı başarmak mı yoksa paylaşamayıp arayışlara girmek mi iyi olurdu sizin için?
"İkisinin de canı cehenneme" dediğinizi duyar gibiyim. Hani deveye iki seçenek sunmuşlar, "Yokuşu mu seversin inişi mi?" demişler. "İkisini de sevmem" demiş, "düzün suyu mu çıktı?"
Haklısınız. İki tarafın da memnun olduğu bir paylaşım varken kim ister aşırılığı veya yetersizliği?
Ne var ki, karşılıklı hak ve beklentilere uygun, iki tarafı da memnun eden dengeli bir orta yolu uygulamanın çok zor, ama çok önemli olduğu yerlerden birisidir aile ortamı. Ama her şeye rağmen paylaşımı oluşturmak ve arttırmak için elinizden geleni yapın. Fakat şunu da unutmayın: Paylaşım en verimli düzeye çıksa bile ikinizin de kendi özgürlük alanı içinde özel zamanları ve özel programları olmalı. Bu gerçeği kabullenmemek de ayrı bir huzursuzluk sebebi çünkü.
İşe nereden başlamalı?
Hiç kuşkusuz evlilik dinsel, düşünsel, sosyal, ekonomik, ruhsal, duygusal ve cinsel bir paylaşımdır. Paylaşımın temelini, karşılıklı beklentiler oluşturur. Sorun, beklentilere cevap verilmediği zaman ortaya çıkar. Ya paylaşacaksınız ya da geçerli bir mazeretiniz olacak. İkisi de yoksa, kendinizi boşuna savunursunuz.
Neyi paylaşacaksınız?
Zamanı, bilgiyi, görgüyü, yemeği, duyguları ve daha birçok varlığınızı.
Peygamberimizin (a.s.m.) evliliğe dair tavsiyelerinden çıkardığımız sonuca göre, adaylar "karşılıklı denklik ve uyuma, dindarlık ve güzel ahlâka, sevgiye ve özgür seçime" dikkat etmek zorundadır.
Bütün bu özellikler verimli ve yeterli bir paylaşım için son derece önemlidir. Söz gelişi, kadınların en çok şikâyet ettikleri sorunlardan birisi, eşlerinin kendileriyle az konuşmasıdır. Gerçekten eşlerin yaşadıkları günü değerlendirmeleri, ileriye dönük programlarını birbirlerine aktarmaları, bir haberi, bir bilgiyi paylaşmaları çok önemlidir.
Ancak eşinizle aranızda eğitim ve kültür bakımından bir uçurum var ve siz onu azaltmak için kendinizi geliştirme yönünde hiçbir çaba harcamıyorsanız, nasıl diyalog kuracaksınız? Eğer böyle bir problem varsa, yapacağınız tek çözüm var: Kendinizi geliştirmek ve birbirinize yakınlaşmak.
Eşinizin ilgi alanlarına dikkat ediyor musunuz? Neleri izliyor, neleri okuyor, nelerin plânını yapıyor? Onu neler üzüyor, neler mutlu ediyor? Sakın hanımlar, "O da benim pembe dizilerime ilgi duymuyor?" ya da erkekler, "O da benim izlediğim maçlara ilgisiz" demesin. Çünkü her ikisi de sizin evliliğinize bir mutluluk katmaz. Aksine sizi birbirinizden uzaklaştıracak ve yalnızlığa itip yakınmalara yol açacak iki sebeptir.
Özellikle dindar insanların eşlerinde görmek istedikleri ilk ve en önemli özellik, "dinini bilen ve yaşayan bir insan" olmalarıdır. Bu da başta kitap okuyarak, eğitim ve kültürel ağırlıklı sosyal faaliyetlere katılarak kendinizi geliştirmekle mümkün.
Eşinin kitap okumadığından yakınan bir erkek, bulduğu formülü şöyle anlatmıştı: "Kitap okuması için para bile veriyorum. Ama yine yeterli seviyede okumuyor." Kadınlar ise, eşlerine kitap okutmak konusunda büyük ölçüde çaresiz. Eşinin tüm ısrarlarına rağmen bir erkeğin cevabı şu oluyor: "Ben okumayı sevmem, bilmiyor musun?"
Okumayan ve kendilerini geliştirmeyen eşler, hangi düşünceyi paylaşacaklar? Ne konuşacaklar, birbirlerine neyi anlatacaklar?
Elbette eğitim ve kültür seviyesi eşit değil diye paylaşım çabanızı bir kenara atmayın. Çünkü, tam istediğiniz gibi olmasa da duygu ve düşünce paylaşımını sürdürün. Birbirinize fıkra anlatmak bile kilitli bir ağızdan daha iyidir.
Cemil Tokpınar